Powered By Blogger

23 Aralık 2010 Perşembe

bakmayın gözlerime sakın ikinizi de kan tutar


PRE tagı


  

  
 bakmayın gözlerime 
-sakın-
 ikinizi de kan tutar

           


katledildiğinde son sevda
boğazlandığında son umut
ilkin
eşkıya gözlerinde kuyulanır kin
üstüne örtülür nefret
ve adım adım boy verir isyan

*******

biz durup dururken dağa çıkmadık hakim bey
hiç bir  insan
eşkıya doğmaz ki anasından
babamızdan da miras değil eşkıyalık
çaresizliğin yavrusudur
dağlarda büyür çoğu zaman
hesapsız
itilmişliğin kakılmışlığın koynunda
inkar edilmişliğin sorusudur
cevapsız

*********

tamam da hakim bey
konuşturma beni  çoktur söylenecek sözüm
emret mübaşir efendiye
üstüme vazife değil ama hakim bey
bu işte en kolay çözüm
"yüce efendilerimiz adına karar
susturulsun
kendisini musadan sayan bu alçak
suçu
dinimizi ifsada teşebbüs
ve firavunun tanrılığına karşı çıkmak"

*******

tamam da hakim bey 
sevda bu
bulaşıcı
zulüm rüzgarlarının estiği her yerde
her mazluma bulaşır
zalim için yok ilacı
nereden baksak cüzzama benzer
her sevdalı bir avare kasnak
erinde gecinde ayaklarına dolaşır
umudum
-erinde gecinde-
gün olur gerçeğe ulaşır


*******
tamam da hakim bey 
kim demiş "her rejim adaletin kucağında huzurlu"
"bütün çarklar ömerlerin gayretleriyle döner"
–işte burada durun- eğer
cüzdanla vicdan arasına sıkışmışsa hakim bey
kimler nerde ve niye kusurlu
önce bir sorun
doğru ama fakat ancak  lakin şey
denildiği  sürece
güçlünün hukuku geçerlidir artık
hukukun gücü yerine
–işte burada durun
bu kantar yanlış tartar
aç gözlerini adalet meleği
hakim diyorsa
-bütün sevdalıları vurun -
diyorum ki
"bu kantar yanlış tartar
bakmayın gözlerime sakın
ikinizi de kan tutar"

    
  
  
 bakmayın gözlerime 
-sakın-
-ikinizi de kan tutar

           

16 Ekim 2010 Cumartesi

Laiklik Ne / dir?-Ne Değil / dir?


A-Türkiye Versiyonu -
001-Çala bakış-Çala kalem

Nasrettin Hoca, oğluna,-o güne kadar hiç görmediğinden emin olduğu-patlıcanı gösterir ve sorar;
-Oğlum İyaz, bu nedir?
İyaz, sırasıyla bir patlıcana, bir anasına, bir de Babasına bakar ve cevap verir;
-Gözleri açılmamış sığırcık yavrusu! ..

***

1789 Fransız İhtilalinden ziyadesiyle etkilenen Jon Türkler 'imiz den bugünkü Cumhur / suz / Başkanımız Ahmet Necdet Seze / a /-R' a kadar, sayısız Batı hayranı-Avrupa Medeniyetinden başka medeniyet, sığırcıktan başka kuş tanımayan, "laik olunmadan, adam olunamayacağına" Yürekten inanan (veya inanıyormuş gibi yapan) - laik / çi / lerimizin Nasrettin Hoca'nın oğluyla akrabalıklarının olup olmadıgını kestirmek mümkün görünmüyorsa da, Anadolu insaninin hayat biçimini belirleyen ana çizgiler içinde en belirginin,-son iki yüz yıllık süreçte yapılan akıl almaz tahribata rağmen yine de - İslam olduğu açıktır.Yani sıradan insanımız laik değil, Müslümandır. Ve adam olamamıştır.

Ve yine bu sıradan insanımıza, dininin, kimliğinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu düşüneninden haftada bir Cuma Namazına gidenine, hatta annesi veya karısının başı örtülü olanına, kamuda çalışmak bir yana, kamu hizmetlerinden faydalanmaya kalkışmak safra günbegün zorlaşmakta, kendilerini devletin-bir bakıma ülke sınırları için deki bütün insanların-sahipleri olduklarını zannedenler tarafından icat edilen Eğitim Kurumları kapısından başlayıp ev kapısına kadar yayılmaya niyetli görünen Kamusal alan, Kırk Haramilerin hazinelerinin bulunduğu alana dönüştürülmekte "Açıl Susam Açıl" parolasının bugünkü versiyonu olan cehaletten sadır zevzekliklerden "Kahrolsun Seriat", “ bedenimiz bizimdir, istediğimize kiralarız " "Zina Hakkımızdır, Söke Söke alırız", "en büyük yahya bizim yahya", “Laiklik şalımız, Türkiye malımız”, "laikçilik dinimiz, İslam’adır kinimiz" “iş bilenin, banka boşaltanın" afişleri altında yürümeyene, Onuncu Yıl Marşını notalarına göre söyleyemeyene ve dokuzuncu senfoniyi huşu içinde dinlemesini bilmeyene ses ve geçit vermeyen dağa eşitlenmektedir.

Nasrettin Hoca'nın avucundaki patlıcanı hala sığırcık yavrusu
zannetmekte devam eden İyazlarımız, ona devlet ağacının en tepesinde bir yuva yapmış, önüne yem ve su koymaya devam etmekte, gözlerinin açılmasını büyük bir iştiyakla beklemektedirler, diğer taraftan -çürüyen patlıcandan çıkan kokulardan- rahatsız olanlara da ağızlar dolu hakaretler etmeleri, sıradan bir davranış tarzlarına dönüşürken, kimi zaman da, zıvanalarından çıkıp, “kırk katır-kırk satır” seçeneğini dayatmaktan sadistçe bir zevk almaktadırlar
Devletin ve ordunun iplerini eline geçiren bu “devşirme” kesim,
veya bugünkü popüler adıyla Derin Devlet'in sahipleri, soyguncu-mafya - bürokrat-medya desteğiyle kesintisiz iktidarlarını sürdürmektedirler. Gelirleri-banka boşaltma, devlete fahiş faizle para satma, hazine ve / ya orman arazilerini yapılaşmaya açma, devlet ihaleleri gibi soygunlardan, kumar oynatma, uyuşturucu ve tarihi eser kaçakçılığı, insan ticareti ve bilumum tahsilatları mafyadan, ithalat-ihracat-kara para aklama, döviz ve mal akımının sağlanması, bankalar arası işlemler, faiz hadleri gibi konularda hukuki zemin oluşturacak mevzuatların ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi ve takibi bürokrattan, yol gösterme, ahlaki yükseltme, akıl satma, kamu oyu oluşturma işleri medya tarafından yürütülmekte, bu çarka-yasama, yargı ve yürütme dahil-taş atmaya kalkışırsa, elindeki taşın büyüklüğüne göre, tez elden cezası kesilmektedir. Kimi zaman. klasik ve post-modern darbelerle Meclis tatil edilmekte, siyasi partiler kapatılmakta, başbakan ve bakanlar asılabilmektedir. Hükümetlerin yıkılması, azınlık hükümetleri kurdurulması, millet vekili satın almalar, erken seçim zorlamaları sıradan uygulamalara dönüşmüş, medya yoluyla "yüksek rütbeli bir askeri yetkili dedi ki" gibi aba altından, veya "Genel Kurmaydan MUHTIRA gibi açıklama" benzeri açıktan sopa göstermeler kanıksanır hale gelmiştir. Suyu yavaş yavaş ısıtılan kazandaki kurbağanın iyice uyuşarak, kazan altına atılan odunlardan rahatsız olmadığı gibi, korkutulan uyuşturulan ve çaresiz olduğuna inandırılan toplum da, "gidecek diyarı olmadığı" için bu “huysuz devenin peşinde” güdülmeye razı olmuş, "Topyekün Savaş" zırtabozluklarını sükunetle karşılayarak, sineye çekmiş, tepki vermemiştir. Diğer taraftan devletin sahipleri, patlıcan mevsimlerinde-burası hamiştir; halk arasında yaygın olan bir görüşe göre bazı deliler ilkbahar ve sonbahar başlarında azıtırlar-nükseden, herkesin elinde taş olabileceği paranoyasıyla ordudaki subay-astsubaydan, sokaktaki seyyar köfteciye kadar toplumun bütün kesimlerini fişlemeyi, cami önlerinde takke toplama ve kulak çekme seanslarını, üniversiteye adım atan başörtülü kızları ikna odalarında cansiperane tövbe seanslarına tabi tutmayı "sığırcığını koruma harekatının" nın tek yolu olarak görmeye devam etmektedirler.
Bu güne kadar hiçbir İyaz ne nush'a ne de kötek'e tabi tutulmadığından olacak, harp okulundan mezun olan her teğmenin gönlünde - bu da eklemlenen hamişe hamiştir; / toprağı bol olsun, Cemal Aga'ın - bir ilk okulu ziyareti sırasında bir öğrenciye "oku, oku da benim gibi devlet başkanı ol evladım" tavsiyesine iman ile/-devlet başkanı olma arzusu yatmaktadır.hamiş burada bitti.

Osman Gazi'ye verilen "Oğul, insana değer ver ki devlet yaşasın" öğüdünün yerini "halkını köle gör ki rejim yaşasın" “insanını her türlü kutsalından uzaklaştır ki, sömürün devam etsin” teraneleri almıştır Devrim Tarihi dışında tarih okumadıklarından ve ilkokulda öğretmenlerinin onlara "birer birer bine kadar" saydırmadıklarından olacak ki, Laik-Kutsal Devletin rejiminin bin yıl süreceğini iddia ile ilan da sakınca görmeyen eblehlerin, bu bilinen dünya tarihinin en güçlü iki devletin den biri olan Osmanlının, -150 kuruluş yılı, 200 yılı çökme ve yıkılış dahil-altı asırlık bir süre sonunda tarih sahnesini terk ettiğinden habersiz olmaları, tuhaflıktan öte “trage-komik” tir. Artık insanlar her gün biraz daha küçülen bu dünyada, ne kralın kulları arasında sıradan / hatta seçkin kul, ne de çobanın sürüsü içinde “besili koyun” / hatta “sürü koç başı” olmaya pek de arzulu görünmüyorlar. İnsanların ciddiye alınabilecek bir kesimi kutsal ve BUYURGAN DEVLET’ in tebaası değil, hizmet veren devletin VATANDAŞI olmak istiyor. Hatta güneşin çarığı, çarığın da ayağı sıkması durumunda, çarığı çöpe atıp, çıplak yürümeyi göze alan insanlar gün be gün çoğalırken ve yavaş yavaş STK’lar halinde bir araya gelirken, ayak ağrısına rıza gösterip güneş altında bekleşenler ise, devletin kara gözlerinin sevdalıları değil, en kısa zamanda kendilerine söğüt gölgeli su kenarından bir yer açılacağı ve ayaklarının rahatlatılacağı umudunun sahipleri olup, beklemenin uzadığı, hele söğütlerin kesildiğini, derenin doldurulduğunu, hele hele gölgeliğin etrafına duvar örülerek "buraya ayağı çarıklılar giremez" levhasının asıldığını gördüklerinde, her birinin kendini ve sizi yok etmeye kararlı pimi çekilmiş canlı bombalardan farksız olacağını ifade etmek kimseyi tehdit değil, kılavuzluk yap (ar gibi yap) makla ömürlerini geçirenlere köyün göründüğünün, kendileri olmazsa halkının sarayı basıp kıralı linç edeceği şantajıyla kıralı korkutup ondan lütuflar bekleyen soytarılara da, iki yüz yıldır çıplak olan kıralın son parça giysisinin de ortakları olan uyanık terziler tarafından çalındığının, çalınacak hiç bir şeyinin kalmadığının, bu itibarla da artık herkesin kendisine başka meşgale ve / ya başka geçim kapısı ve aramaları gerektiğinin ilanıdır.
Kendilerini, devletin sahibi olduğunu zanneden, pek sayın devşirmelerin, bu milletin, ortak paydalarını zarla / zorla silip, kimliksizleştirmeye, öznelikten çıkarıp, başkasının cümlesinde sıradan bir kelime olmaya mahkum ve mecbur bırakmaya yetecek kadar güçlerinin olmadığını çok da iyi bilmeleri gerektiği halde, gösterdikleri iki asırlık övülmeye değer gayretin meyvesi olarak gördükleri, ayağı yere, başı taşa deymeyen, hayatı "Ye, İç, Yaşa" dan ibaret sayan, uyuşuk kazandaki kurbağa durumundaki zavallıların artmasına bakıp da, işin tamam olduğu yanılgısıyla, efendilerine mal teslimi vaktinin yaklaştığını düşünerek, teslimatı çabuklaştırmak için artı çabalara girişip -" var mı bana yan bakan, asarım, keserim" külhanbeyliğinden kaynaklanan tehditlerinin darı dağına çarpıp, bir yankı, bir bumerang gibi dönüp kendilerine geleceğini, hesaplayamayacak kadar akıl ve izanlarını bağlayan, onları mankurtlaştıran arka plan kurgusunu, eldeki verilerle anlamak mümkün görünmüyor. Ancak unutulmaması gereken birinci husus, tarihin hiçbir döneminde hiçbir millet; birey veya kesimlerinin, sövülmekle dövülmekle, korkutulmakla, hapsedilmekle, hatta asılıp, kesilmekle ve sürgünle tarih sahnesinden kovulamamıştır. Bir insan topluluğunun "millet" olarak tarih önüne çıkması, nasıl ki çok karmaşık sosyal, ekonomik, siyasal kültürel olgular sürecine bağlıysa, çözülmesi ve kaybolması da yine aynı karmaşık sürecin tersine dönmesine bağlı bir olgudur.Ve yine unutulmaması gereken başka konu ise, milletlerin yaşama süresinin, kutsal-buyurgan devletlerin, gerek onu efendilerinin arzuları doğrusunda çekip-çevirmede görevli mankurtların ve gerekse efendilerinin yaşama süresiyle kıyaslanamayacak kadar da uzun olduğu gerçeğidir.

Mevlam görelim n'eyler, n'eylerse güzel eyler! ...
21.12.2004 01:06:30

26 Mart 2010 Cuma

aynalar içinde dünya bütünüyle av mekanı


I

aynalar gördüm konveks

aynalar gördüm konkav

insanlar gördüm aynalar içinde

konkav aynalar önünde avcı

konveks aynalarda av

ucsuz bucaksız bir orman

bulutlara uzanmış bir uludağ

mer'i orman kanunu mucibince

dağlardaki şatolar bulutlara denk

kimin varsa imkanı

nemrutlaşıyor giderek

orman bütünüyle av mekanı

ağaç dipleri tuzak deniz dipleri ağ

hergün biraz daha küreselleşen dünyada

zaman ahir zaman çağ modern çağ


II

caddenin başında ayna satar

sekiz on yaşlarında bir oğlan

akşam yaklaştıkça kurşunlaşan

umutları vurulur havada

canı acır alışkındır ağlamaz

elleri üşür ayakları üşür

bağırır yeni bir umutla avaz avaz

ayna var bir liraya aynalar


III

bir kenarda bir ihtiyar düşünür

-bugün her adamın yüreğinde

bir iblis saklı

bu çocuk ayna mayna satamaz

çünkü hiç kimse düz ayna önünde

kendine de başkasına da bakamaz

n’aparsın çocuk aklı

artık önünde durulduğunda konkav

içine düşüldüğünde konveks

herkesin büyülü aynaları var-

adam haklı


IV

bu herkesin hem av hem avcı olduğu

ormana dönmüş acımasız dünyada

bu çocuk boşa bağırır

ayna var ayna var

kimin cesareti kalmış ki düz aynaya bakmaya

zor satılır bu aynalar

12 Mart 2010 Cuma

tüfeğin icadıyla bozulduğu mertliğin iftiradır

iftiradır
tüfeğin icadıyla bozulduğu mertliğin
o kadar eski ki tarihi namertliğin
tarihin yazılmadığı zamanlara uzanır
bu itibarla
tüfeğin dava açma hakkı mahfuz
bu bir
ikincisi de
görünen köye ne kadar gerekliyse kılavuz
bu bir iftira ki o kadar tutarlı
kim buna niye nasıl ve ne kadar inanır
sana da hiç yakışmıyor köroğlu
dünden bugüne her bir namert
kendini adamdan sanır

6 Ocak 2010 Çarşamba

sürgün sevdalar

 

sürgün sevdalar

on dokuzuncu asrın başlarıydı zaman
başka gemiler yaptılar nuha inat
başladığında tufan
ata bildiğimiz bu insan tacirleri
zorla bindirdiler bu köle gemilerine dedelerimizi–silah zoru
sırtlarında şaklattıkları kırbaçlarla
küreklerini çektirdikleri
oturaklara forsa çakılan dedelerimiz
dümen kırdılar yaban coğrafyalara doğru –silah zoru
silah ve dümen onların ellerindeydi
boşa homurdandı deniz


şahidim -üstümde kalmasın vebali-
bir ikindi namazı sonrası
helallik istediğinde mahallenin imamı
musallada yatan bir adamın ardından
cümle hazırun dediler -güzel adamdı
sürgün öncesi atalarından miras
tabutunun üstünde bir gülümseme vardı

-unuttum sanma seni
yaban coğrafyalarda sürgün yaşarken
hiç sarıp sarmalamadı ki umutlar beni
seni düşündükçe çaresizliğime ağladım
hiç kavuşma umudum olmadı ama
bildiğin gibi işte
dün tek sevdamdın –bugün yine  tek sevdamsın
ne düşte ne gerçekte
kavuşamadıysam da sana



beri yanda
bugüne kadar hiç üzüntülü görmedik onları biz
göstermelik acılarına
hep ağıtçılar tuttular bildiğimiz
ve kulaklarımızın zarını yırtarcasına
bağırtıp çağırttılar
ve bugün geçerken bu kasım ortası meydanından
bir hüzünlü gördük onları
yine eski kasımlardan kalma maskeler mi bunlar
yoksa kasıntı suratlarını
kireçle mi ağarttılar

dediğimiz
unutmayın
siz ölünce ardınızdan ağlayıcılar yas
dostlarınız alkış tutacak
-adımız gibi bildiğimiz
çok para kazanacak çelenkçi gülcü
ve iblis ellerini ovuşturacak –“oh şıkıdım şıkıdım
cehenneme bir kütük daha yolcu”

murisi evvel atalarımızdan
döne dolaşa bize intikal etti bu forsalık
gün olur bir gün
keser döner sap döner
azad ediliriz sandık
ama artık
kabul ettik bu sürgün süresiz sürgün
biz “gün olur hesap döner” derken
iblisin uşakları kahkahalarla güldüler
yarınlarımız üstüne kılıç çekerken
keser  ve sap ve de hesap bu güne kadar
hep aynı elde döndüler
tek umudumuz öldüğümüz gün birileri
”günahlarına kefaret kabul eyle Rabbim
sürgünde yaşayıp garip öldüler”


köle gemilerinde forsa çakılan bugün biziz
yol alıyoruz yaban coğrafyalara doğru –silah zoru
silah ve dümen onların ellerinde hep
boşa homurdanır deniz