7 Aralık 2009 Pazartesi
Format
6 Aralık 2009 Pazar
Köylü Milletin Efendisi (mi ?) dir -1
Bu sorunun cevabı, yönelttiğiniz her kesim, her insan için ayrı ayrı olacaktır. Dahası. yaşamaya, -en dar anlamıyla vücut bütünlüğümüzü koruma içgüdüsüyle- çırpındığımız bu günün Türkiye’sinde, Cumhuriyetin ilan edildiği günden bu güne kendisini ilk ve son söz sahibi ilan etmenin ötesinde, insanların da sahibi sayan, onların yaşayış tarzlarına müdahaleye kendini yetkili gören her Kemalist için, bu sorunun cevabı şeksiz -şüphesiz evettir. Çünkü bu gerçeği ebedi şef en veciz şekilde ifade etmiştir ve o ne buyurmuşsa; şu veya bu şekilde teraziye vurulmasının, münakaşa, hatta münazara edilmesinin, kendileri için abesle iştigal, ötekiler içinse -böyle bir konunun, böyle bir zamanda-gündeme getirilmesinin mutlaka bir sanat düşünce ürünü olacağı öngörüsüyle- hafazanüş şeyatıyn -Cumhuriyet için tehlike çanlarının çaldığının bir göstergesi olacağı kesindir. Bu soru hiçbir zaman ve hiçbir kişiye sorulmamalıdır. Bu sorunun sorulması, bunun yanında daha pek çok soru ve sorunların sıraya girmesine yol açabilir. Bu işin “lamı cimi” yoktur. Köylü Milletin Efendisidir.
Bizi önce çekingen ve şüpheli gözlerle birkaç kere baştan ayağa süzüp, neticede herhangi bir soruşturma için ilden gelen bir müfettiş veya müdür olmadığımıza kanaat getirip rahatlayan ilçe Hükümet konağının -yıllık iznini köyde çalışarak değerlendiren- Gece Bekçisi Hüsam, sorumuzu kendi kendine üç defa tekrarlayarak, cevaben "Kendisiyle birlikte, Ahmet’in şoför, kaloriferci Nuri’nin , Bahçıvan Hasan’ın, teknisyen Muammer’in ve odacı Osman’ın "Efendi" olduklarını, her ne kadar Kaymakam Bey ve Malmüdürü’nün kendilerine kızdıklarında, adlarının baş veya sonuna bazı hoş olmayan sıfatlar ekleseler de, genelde hükümet konağında çalışan bütün amir ve memurların kendilerine ve köylü vatandaşlara "Efendi" dediklerini , buna bugüne kadar hiçbir kimsenin itirazının olmadığını ve de olamayacağını "söyledi.
Kahveci Şahap, sorumuz karşısında boynunu büktü. "Bırak abi, o eskidendi, şimdiki köylülerin adı efendi, kendileri bey oldular. Kimisi kırk sene öncesinden Alamanya’ya gitti, kimisi çocuğunu okutmak için, kimisi iş kurmak için tarlasını tapanını satıp şehire göçtü, Köyde kalanın da mahsulleri para etmeye başlayınca hepsi bey oldular, eskiden çay içecek paralarıI olmazdı, harmanda veresiye markayla içerlerdi, Buraya çoluk çocuk giremezdi. Kahve de sadece hatırlılara verilirdi, kış günleri kahvehaneye girerken herkes dışarıda ayaklarını silerlerdi. Şimdilerde çayın kahvenin itibarı kalmadı.Bacak kadar çocuklar bırak çayı kahveyi, buradaki buzdolabının, televizyonun, meşrubatın markasını beğenmiyorlar abi, Benim maden mühendisi ortanca oğlan issiz, geçenlerde "baba gel olur de, şuraya üç beş bilgisayar alalım, internet bağlatalım, gençler oyun oynasınlar, sen yine çayını, kahveni satarsın " dedi, n'apsak valla bilmiyorum, Sen ne tavsiye edersin abi ?" deyip, cevabımızı beklemeden ocaklığa doğru yürüdü, "Abi sen efendi bir adama benziyorsun, Nerelisin? Kimlerdensin? Çay mı?Kahve mi? Türk kahvesi mi ve kaç şekerli?"
Emekli tahsildar Murtaza Efendi, soru üzerine önce ayağa kalktı ceketini düzeltip ilikledikten sonra, ısrarımız üzerine saygılı bir şekilde sandalyenin kenarına ilişip oturdu, birkaç küçük öksürükle boğazını temizleyip, "beyim, köylünün efendiliği eskidendi, ben vergi tahsilatına candarmasız gittiğimde, parası olanlar hemen öder, borçlarını ödeyemediği için köy odasının ahırına hapsettiklerimin yakınları da, onları kurtarmak için başka köylere gidip faizcilerden bulup buluştur borçlarını öderlerdi, üstelik bana da çok izzet ve ikramda bulunurlardı, köyden, ayrılırken atımın torbasına saman değil, ot ve arpa koyarlardı, beyim köylüler o zamanlar çok efendi insanlardı Devlete ve devlet memuruna çok saygı gösterirlerdi "şeklinde ifade verip," beyim sen bu anlattıklarımı yanlış anlama, biz ne yaptıysak Devletimiz, milletimiz için yaptık "cümlesiyle sözlerini tamamladı.
Köyün yetmiş yaşını çoktan deviren emekli İmamı Hüsnü Hoca, "oğlum ben bu köyde doğdum, kadrolu imam olmadan önce köylünün verdiği salma vardı. O zamanlar doğum, ölüm, düğün, asker gönderme işleri, ramazan ve kurban bayramları kandil geceleri köylü tarafından mübarek bilinir, bu vesileyle mevlit okunur, dualar edilirdi, Durumu iyi olanlar ölmüş yakınları için hatimler okuttururlardı, Kur’an öğretmek, hafız yetiştirmek için ders verdiğimiz üç beş çocuk da her zaman olurdu.Biz kadroya geçince köylünün bize eski sevgisi ve saygısı kalmadı, hatta bazıları "parayla ibadet mi olur? Bu adamın arkasında namaz kılınmaz, bunlar hoca değil, dinsiz devletin namaz kıldırma memurları" demeye başladılar.Ben de "falanca ağanın imamı olmaktan devletin imamı olmak evladır "diyerek beş sene öncesine kadar göreve devam ettim.Şimdi emekliyim, amma köye benden sonra imam gönderilmedi, ben yine fi sebilillah bu işi yapmaya devam ediyorum, Allah devlete zeval vermesin." dedi.
Şimdi biz resmi görevli olmadığımız için yeminli ve yazılı, sanık veya tanık sıfatıyla ifade almaya yetkili bulunmadığımızdan, yukarıdaki sözlü düşünce açıklamalarının masa başında yazıya bağlanmasının “resmiyet açısından resmi belge” olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.Ancak bu fiillerin, izinsiz soruşturma yapmak, “yetkisiz kişilerce geçersiz belge tanzim etmek, köylünün aklını karıştırıp, kamu düzeninin bozulmasına sebep olabilecek fiiller” kapsamına girip girmeyeceği belli olmamakla birlikte, yine de bir değerlendirmeye tabi tutalım dedik,
Hadi Hayırlısı!
ÖNSÖZ
ÖNSÖZ
Narı sever misiniz? Peki,inciri sever misiniz, ya da
mısır veya darıyı? Bunlardan birini yediğiniz sırada tanelerin bütünlük içindeki yeri,diziliş düzeni hiç dikkatinizi çekti mi?Erik,kayısı ve cevizi yan yana koyup,aralarındaki farklığı düşündünüz mü? Siz tere, maydanoz veya marul tohumuyla, çınar ağacının tohumunu birbirin den ayırabilir misiniz? Sizde bir avuç topraktan bir domates veya biber üretecek bir fabrika adresi var mı?
Siz hiç bahçe duvarı tamir ettiniz mi? Yıkılan veya yıkılmak üzere olan bir duvarı yıkıp,yeniden ördünüz mü?En azından
bir duvarın tamirinde veya ilk örülüşü sırasında taş briket veya tuğlaların aralarına harç konularak üst üste dizilişini hiç takip ettiniz mi? Sıradan bir inşaat işçisinin firavun piramitlerinin estetiğini beğenmeyip,”ben daha görkemlisini yaparım” düşüncesiyle elinde kazmayla mısır yolculuğuna çıkması sizce alkışlanacak bir cesaret midir?
Ekmek almaya gittiğiniz bakkalın bitişiğindeki çanakçı-çömlekçi dükkanının önünde, üst üste dizilmiş küplerden en alt sıradaki birinin diziliş içindeki yerini beğenmeyip, küpleri düzeltmek gibi bir girişiminiz oldu mu?
Siz damlaya damlaya göl, damlalardan sel olduğuna inananlardan mısınız? Siz, hem dolum suyu, hem de tahliye deliği açık bir havuzun dolduğunu hiç gördünüz mü?Başka birinin havuzunu doldurmak veya hemzemin geçidi tamir gibi bir saplantınız var mı?
Size damlaların devamlılığı durumunda mermeri bile aşındıracağını, gemileri bile çeken koca halatların çok ince tüylerden/ liflerden oluştuğunu ilk söylediklerinde, bunu yerinde incelemek için bir akşam ofisinizden çıkarken lavabonun deliğini tıkayıp, musluğu açık bıraktığınız veya ikinci durumda, limana inip bir geminin halatını kesmeye kalkıştığınız oldu mu?
Siz bugüne kadar bu kabilden herhangi bir işe soyunup da hiç “eşek sudan gelinceye kadar” dayak yediniz mi?
Bir haksızlığa uğradığınızda, ilk öfke veya kırgınlınızın ardından,bu haksızlıkta sizin de payınız olabileceği hiç aklınıza geldi mi? Sahi siz hiç “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dediniz mi?
Peki, kainatın,galaksimizin,güneş sistemimizin,dünyamızın,ülkemizin,bir ilimizin veya –hepsini bir kenara bırakalım, di yelim ki en küçük toplum birimi olan ailenizin yaşama biçimini belirleyecek her türlü kuralı koymaya tek yetkili sizsiniz,,canınızın ve canınız kadar sevdiğiniz bu insanların kesintisiz mutluluğu için hangi düzenlemeyi yapardınız? Ve siz bu düzenlemenin mükemmel olması için bütün gayretinizle çalışıp-çabalarken, ana okuluna giden oğlunuzun, yaptığınız düzenlemeyi beğenmediğini,kendisinin sizinkinden farklı bir mutluluk reçetesi olduğunu söylemesi halinde, çocuğunuzun düşüncesini hesaba katmayı bir aciziyet veya onun kendi reçetesinin uygulanması için ısrarı halinde de, bu tutumunu iktidar alanınıza saldırı ve isyana kalkışma olarak mı düşünürdünüz?Hele tam bu sırada komşunuzun büyükannesi Hayriye Hanım Teyzenin elinde bir üçüncü reçete ile çat-kapı içeri dalması durumunda ne yapardınız? Başınızda yolacak kadar saç yoksa, önce Hayriye Hanım Teyzeyi mi yoksa çocuğunuzun ana okulu öğretmenini mi ısırma seçeneklerinden önce Bakırköy veya Malatya akıl hastanesinde size boş yatak bulabilecek yetkili bir tanıdığınız olup olmadığını dikkate alacak kadar serin kanlı mısınız?
Peki,bu son soru, Allah’a inanır mısınız?